Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Dini Hikayeler..., Yada yaşanmış olaylar...

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Admin
Admin
Admin



Dini Hikayeler..., Yada yaşanmış olaylar... Empty
MesajKonu: Dini Hikayeler..., Yada yaşanmış olaylar...   Dini Hikayeler..., Yada yaşanmış olaylar... Icon_minitimeC.tesi Mart 28, 2009 9:46 am

Rabia Köle Olamaz

Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi.

Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.

"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi.

Bu sırada bir ses duydu.
"Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu.

Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Râbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki:

"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..."

Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı.
"Artık Râbia köle olamaz!" diyordu.

Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki:
"Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim."
Râbia;
"Gideyim." dedi.
Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı.



Yahudilerin İftirası

Musa (a.s.) kardeşi Harun (a.s.) ile birlikte yolculuk ederken o zamana kadar görmedikleri bir ağaç görürler. Hemen ardında kapısı ardına kadar açık bir ev görürler. Seslenirler bir cevap alamazlar.Evin içinde bir kanepe görürler. Harun (a.s.):
- Ya Musa! Burası hoşuma gitti. İzin ver de şu kanepenin üzerinde biraz olsun uyuyayım.
- Uyu ya Harun.
Hz.Harun orada uyuduğu zaman ölüm meleği gelip Harun (a.s.) ruhunu kabzeder. İlk defa gördükleri ağaç kaybolur. Ev içindeki kanepe ile semaya kaldırılır. Musa (a.s.) bu duruma üzülerek yapayalnız İsrailoğullarına döner.
Onun kardeşiyle birlikte dağa çıkıp yalnız döndüğünü gören Yahudiler:
- Musa, İsrailoğullarının Harun'a karşı olan sevgisi yüüznden hased edip onu öldürdü, diye iftira ederler.
Musa (a.s.) :
- Kardeşimi öldürdüğümü ileri sürerek bana iftira ediyorsunuz. Halbuki o daha önce kendisi için takdir edilen hükmün tecellisi karşısındadır. O İlahi hüküm yerine geldi.
Yahudiler, bu iftirayı çoğaltınca Musa (a.s.) iki rekat namaz kıldı ve Rabbine kendisini temize çıkarması ve Yahudileri susturması için dua etti. Dua kabul olundu. Bir mücize olarak kanepe göründü. musa (a.s.'ın doğru söylediğine inanırlar.



YALAN SÖYLEMEYEN ÇOCUK

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, bir arefe günü çift sürmek için tarlaya gitti. Bir öküzün kuyruğuna tutunup ardından giderek oynuyordu. O anda bir ses işitti:
''Ey Abdülkâdir! sen bunun için yaratılmadın ve bunlarla emir olunmadın''!
Bu ses, Abdülkâdir Geylâni hazretlerini korkuttu. Eve gelince dama çıktı. Hacıları gördü. Arafat'ta vakfeye durmuşlardı.
-Anneciğim! bana izin ver de Bağdat'a gidip, ilim öğreneyim. Sâlihleri, evliyâyı ziyaret edeyim.
Annesi de dedi ki:
-Ey benim gözümün nûru ve gönlümün tâcı evladım, Abdülkâdir'im! senin ayrılığına dayanamam. Sensiz ben ne yaparım? Bu bakımdan müsâade edemiyorum.
Abdülkâdir-i Geylâni Hazretleri, tarlada olan bitenleri anlattı. Annesi ağladı. Kalkıp babasından miras kalan 80 altını alıp, kırkını kardeşine ayırdı. Kırkını da bir keseye koydu ve keseyi elbisesinin koltuğuna dikti. Sonra oğlunun gözlerinin içine bakarak dedi ki:
-Ey benim gözümün nuru ve gönlümün tacı evlâdım, Abdülkâdir'im! Hak teâlânın rızâsı için olmasaydı katiyyen bırakmazdım. Huzur ve esenlik içinde sefere çık! Yolun açık olsun! seninle belki ebedi olarak ayrılıyoruz. Sana son olarak nasihatım şudur ki:''Eğer beni memnun etmek istiyorsan, hiçbir zaman yalan söyleme , doğruluktan asla ayrılma! Allahü teâlâ her zaman ve her yerde doğrularla beraberdir''.
Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri annesine söz verdi ve ağlayarak elini öptü. Bağdat'a gitmek üzere bulunan bir kervana rastgeldi ve aralarına katıldı. Hemedan'ı geçmişlerdi. Bir müddet yol aldılar. Arz-ı Tetrenk denilen mahalle geldiklerinde kervanda bir bağırıp, çağırma koptu. Önlerine aniden bir sürü eşkıya çıkıp kervana saldırdılar. Bir anda sandıklar yere yıkıldı. Eşyalar yağma edilmeye başlandı. Eşkıyalar, kervandakilere birer birer sual edip, üzerlerinde her ne buldularsa aldılar. Sıra Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerine geldi. Eşkıyalardan biri latife olsun diye bunu önüne çekip sordu:
-Fakir çocuk, söyle bakalım senin neyin var?
-Üzerimde yanlız 40 altınım var.
Eşkıya inanmamıştı. Bırakıp gitti. İkinci bir harâmi sual edip, o da aynı cevabı alınca vaziyeti reislerine bildirdiler.
''Bu çocuk 40 altınım var'' diyor dediler.
Bu defa da reisleri sordu:
-Senin üzerinde ne var?
-Hırkamda dikili 40 altınım var.
Reisleri adamlarına dönerek dedi ki:
-Açın bakın, bakalım! Adamları üstünü aradılar, içinde 40 altın bulunan keseyi bulup reislerine verdiler.
Eşkıya reisi hayretle sordu:
-Peki evlât, sen neden üzerinde altın olduğunu söyledin? Abdülkâdir-i Geylâni hazretleri dedi ki::
-Ben evden ayrılırken anneme asla yalan söylemiyeceğime söz vermiştim. 40 altın için sözümü bozar mıyım?
Bu sözleri duyup hakikate şahit olan eşkıya başının gözleri yaşardı. Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin hakikat dolu gözlerine bakıp onunla kendi yaşını ölçtü. Kendisinin bu yaşa kadar nice hiyanet ve zulümler işlediğini, birgün Hakka yönelmediğini acı acı düşündü ve o güne kadar yaptıklarından pişman olup, ellerini başına vurarak şöyle haykırdı:
-Eyvah! biz de Allahü teâlâ söz vermiştik.::Bunca zamandır şeytana uyup ahdimizi bozduk. Fenalık yaptık. Yarın Hak huzurunda acaba bizim halimiz ne olacak? Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:
-Ey arkadaşlarım! Bana bakınız, beni dinleyiniz! Ben, bunca senedir Hak teâlâ karşı olan ahdimi bozdum. O'na isyan ettim. İçimden gelen bir pişmanlıkla bütün günahlarıma tövbe ile Rabbimin yoluna iltica ediyorum. Bundan böyle inşaallah, Hak teâlânın râzı ve hoşnut olmadığı bir şeyi yapmıyacağım. Reislerine pek ziyade bağlı olan eşkıyalar hep bir ağızdan dediler ki:
-Efendimiz, reisimiz! Biz de sizden ayrılmayız. Eşkıyalıkta reisimizdin, hidâyette de reisimiz ol!
Bunun üzerine kervan ehlinden ne alınmışsa sahiplerine iâde edildi. Bir sürü eşkıya Seyyid Abdülkâdir-i Geylâni hazretlerinin önünde tövbe etti. Kendisi tekrar yoluna devam ederek Bağdat'a vardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dini Hikayeler..., Yada yaşanmış olaylar...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dinler ve İnançlar-
Buraya geçin: